25 Ağustos 2017 Cuma

Üç Kıtada Osmanlılar

Kanunî Sultan Süleyman Devri


Hepimiz 16. asrı, Osmanlı İmparatorluğu’nun doruk noktası olarak bilir ve kabul ederiz. Bu da Kanunî Sultan Süleyman asrıyla aynileştirilir. Daha Kanunî Sultan Süleyman hayattayken böyle bir hava vardı ve ondan sonra da bütün 16. asır boyunca, yani oğlu II. Selim, torunu III. Murad, torununun oğlu III. Mehmed devirlerinde de Gelibolulu Mustafa Âli gibi vakanüvisler, Kanunî Sultan Süleyman devrinden “Asr-ı Süleyman Han” diye bahsederler.

Burada neredeyse “Asr-ı Saadet” demelerine ramak kalır. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu ulaşabileceği sınırlara ulaşmıştır demeyelim, ama artık bir dünya gücü olduğunu kanıtlamıştır. Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu ve Avrupa coğrafyası karşısında imparatorluğun mevcudiyetini, ağırlığını hissettiren hükümdar hiç şüphesiz ki II. Mehmed, yani Fatih Sultan Mehmed Han’dır.

Belki bir şehir devleti derekesine inmiş olsa bile, yine de Roma İmparatorluğu’nu sona erdiren, ama her halükârda İstanbul gibi çok zor bir şehri çağın askerî tekniklerini kullanarak ele geçiren bu 21 yaşındaki genç mareşal, ardından bugünkü Romanya’ya ve Moldova’ya tekabül eden Eflak-Boğdan topraklarını, Yunanistan’ın hemen hemen tamamını, zaptı çok zor olan Ege adalarından Eğriboz’u, Limni’yi (Rodos’u kuşatmışsa da alamamıştır), Arnavutluk’u, Sırbistan’ın çok önemli bir kesimini (Belgrad ve etrafı hariç olmak üzere), Bosna Hersek’i ele geçirmiş; Anadolu topraklarından Karaman’ı eyaletleri arasına katmış, Otlukbeli Savaşı’nda Doğu Anadolu’da Uzun Hasan’ın, yani Akkoyunlular Devleti’nin hâkimiyetini sona erdirmiş, nihayet Trabzon’da Pontus Rum İmparatorluğu’nun kalelerini ele geçirmiş, bir ahitname ile dahilî anarşi içindeki Kırım Hanlığı’nı Osmanlı Devleti’ne tâbi hale getirmiş ve bu hanlığın en önemli parçasını, yani Sudak ve Kefe’yi ihtiva eden kesimini de Kefe Sancağı adı altında merkeze bağlamıştır.

Hiç şüphe yok ki Doğu’da ve Batı’da Fatih Sultan Mehmed asrı Osmanlı İmparatorluğu’nun artık bir cihan devleti haline dönüşmesidir. Büyük güçler içindedir ve dünyadaki devletler, bütün büyük güçler politikalarını birbirlerine karşı ve birbirlerini kollayarak, birbirlerini izleyerek oluştururlar.

Kanunî Sultan Süleyman devrinde bu manzumeye Bağdat’ın, yani bugünkü Irak’ın fethi –ki daha evvel babası Yavuz Sultan Selim Han bütün Güneydoğu Anadolu’yu, Suriye, Filistin, Lübnan ve Mısır’ı topraklara katmıştı– eklenmiştir. Bu bölgede Roma İmparatorluğu vasfına sahip, üniversal imparatorluk vasfına sahip bir imparatorluk Mezopotamya’ya hâkim olmak durumundadır. Bunun üzerinde önemle duruyoruz, çünkü tarihte Osmanlı’dan evvelki iki Roma İmparatorluğu Mezopotamya’ya hâkim olamamışlardır. Birinci Roma Partlarla, Bizans denilen ikinci Roma ise Sasanilerle savaşmak zorunda kalmıştır ve Fırat havzasının üst kısmını elinde tutsa da güney kısmını, yani bugünkü Irak’ı (bugünkü Irak son asırda ortaya konmuş suni bir coğrafyadır), Mezopotamya’yı ele geçirememiştir. Burası hepimizin bildiği gibi İran İmparatorluğu’nun, yani Ahemenişlerden beri devam eden ama Romalıların çağdaşı olan Part Hanedanı’nın ve ardından da Sasanilerin elinde kalmıştır.

İki Roma’nın ardından, üçüncü Roma diyebileceğimiz Osmanlı, Irakeyn Seferiyle ilk defa Mezopotamya’ya hâkim olmakta ve Basra Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. Bu Kanunî Sultan Süleyman’ın doğudaki büyük seferidir ve iyi bir mareşal olduğunu göstermektedir. İkincisi bu sefer sayesinde, İran’la olan sorun çözülmese bile, İran sınırlarımız teminat altına alınmıştır, fakat asıl önemlisi Macaristan’ın fethidir.

Macaristan neresidir? Orta Avrupa’da bugünkü Macaristan’a ilave olarak Slovakya, Romanya’nın Transilvanya denen kısmı –Macarca’da Erdel denir, biz de aynı tabiri kullanırız– bugünkü Sırbistan (çünkü Belgrad onların elindeydi) ve bugünkü Avusturya’nın da Burgenland diye bilinen kısmından müteşekkil bir alandır. Ukrayna’dan bir küçük bölümü de buna ilave ediniz ve bir ara, 15. asrın sonunda, Kral Matyas “Corvinus” zamanında Macaristan’ın Venedik’e kadar yayıldığını, bir ara Viyana’yı bile ele geçirdiğini de hesaba katınız.

Dahası var: Kral Sigismund zamanında Alman imparatorluk tacı da Macaristan’a verilmişti. Macaristan bu nedenle, Polonya ve Litvanya tacını, Macaristan tacını ve Alman imparatorluk tacını elinde tutan kuvvetli bir devlettir. Bütün Orta Avrupa’nın ahvali Macaristan’dan sorulur. Bu hâkimiyet Balkanlar’a kadar uzanır. Ta 15. asırdan beri Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar’da Macarlarla savaşmak durumunda kalmıştır. Daha Hacı İlbeyi zamanında Sırpsındığı dediğimiz savaştan sonra, Macarlar en önemli tarihî mareşallerinden Hunyadi Yanoş komutasında diğer Haçlı devletleri birleştirerek, hepimizin bildiği gibi Balkanlar’a sarkmıştır. Eğer II. Murad’ın dâhiyane savunması olmasa ve 1442’de Varna Savaşı’nı kazanmasa, Osmanlıların daha o tarihte Balkanlar’dan sökülüp atılması işten bile değildi. Bazı yayılma ve hâkimiyetler, doğrudan doğruya iktisadî gelişmelerin coğrafî stratejik gereksinimleri sonucu ortaya çıkar. Mesela Almanya’nın Ortaçağ’da Polonya’ya doğru yayılması veya Rusya’nın, yani Moskova Devleti’nin Sibirya’ya doğru genişlemesi buna örnektir. Keşifler sonucunda İspanyolların yerkürenin yarısına hâkim olması da bunun başka bir tezahürüdür. Ama bazı tür hâkimiyet doğrudan doğruya savaşlarla tayin edilir. O savaşlardaki başkomutanın başarısı ve orduların taktiği, uzun hâkimiyet yıllarını ardından getirir.

Osmanlı tarihinde 1444 Varna Savaşı, I. ve II. Kosova savaşları ve 1526 Mohaç Meydan Muharebesi bunlardandır. 1526’da Polonya, Litvanya ve Macar tacını elinde tutan Kral Layoş Mohaç’ta yenilmiştir ve o günün akşamı Avrupa tarihi bir şokla, bir zelzele ile sarsılmıştır. Kuvvetli Macaristan Krallığı birden ortadan kalkmaktadır. Bu imparatorluğun vârisi ise, tacı bekleyen Habsburglar’dır. Birdenbire Tuna mansabına Osmanlı İmparatorluğu, Türklerin imparatorluğu yerleşmektedir. Bu yerleşim, bu hâkimiyet; 5, 10, 15, 50 senelik bir geçici yerleşim değildir. Yaklaşık 180 sene sürecektir. Demek ki Türkler çok önemli bir şekilde Avrupa tarihinin içine girmektedirler. Katolik krallıkların en önemlisi olan, Roma Kilisesi’nin yeryüzündeki yansıması sayılabilecek mukaddes krallık Macaristan bir anda Türklerin eline geçmekte, çok küçük bir kısmı onun kanunî vârisi sayılan Avusturya’nın Habsburglar hanedanı tarafından kontrol edilmektedir. Bu da Pressburg veya Bratislava Macaristanı dediğimiz bugünkü Slovakya topraklarıdır. Ancak orası bile Kanunî’den sonra sık sık birtakım seferlere, birtakım fütuhata uğrayacak, bazı kalelerin elden çıkmasıyla hâkimiyetin zor tutulduğu bir alan olacaktır.

Kimdir bu Habsburglar?


Habsburglar bir Avusturya hanedanıdır. Bugünkü Avusturya’nın küçük bir bölümünde 13. asırda hâkimiyetleri vardır. Tarihin akışı içinde Kral Ottokar Promisil’le Rudolf Habsburg’un savaşı sonunda Bohemya, yani bugünkü Çekya da ellerine geçmiştir.

Zamanla Avusturya Habsburgları, Alman devletlerinin konfederasyonu demek olan Alman imparatorluk tacını almışlardır. Bundan sonra çok ilginç bir gelişme görülmektedir. Avusturya Habsburgları ilk önce çok ilginç bir şekilde, evlilik yoluyla Burgondiya gibi zengin bir devletin vârisi oluyorlar. Burgondiya bugünkü Fransa’nın Dijon bölgesini, fakat asıl önemlisi Belçika ve Flandre’ı kapsayan zengin bir dükalıktır. I. Maximilian’ın, Marie [de Bourgogne] ile yaptığı evlilik bu toprakları Avusturya’ya kazandırıyor. Oğlu Güzel Philippe [Felipe] ise daha iyisini yapıyor, İspanya verasetini alıyor.

O yıllarda İspanya’da Müslümanlar gerilemektedir. Kastilya kraliçesi Isabel ile Aragon kralı Ferdinand evlenmiş, bir birlik kurmuş, İspanya’yı birleştirmektedirler. 1492’de de Granada’dan son Müslümanlar ve ardından Yahudilerin sürülmesiyle Katolik İspanya ortaya çıkmaktadır. Yine aynı yıl Kolomb’un keşifleriyle Amerika kıtaları da İspanya’ya bağlanmaktadır. Şimdi onların kızı, Deli Juana denen prensesle, Habsburg hanedanından Philippe evleniyorlar: Buna İspanyol düğünü denir. Burgondiya düğününden sonra İspanyol düğünü ile Avusturya genişliyor. Ve bu arada tabii Maximilian’ın Alman imparatorluk tacını da giydiğini düşünürseniz, artık bizim kitaplarımızdaki gibi Avusturya İmparatorluğu lafını edemeyiz, o çok yanlıştır, Alman İmparatorluğu’ndan söz etmemiz gerekir. Yani bizim tarih boyunca savaştığımız devlet aslında Avusturya İmparatorluğu değil, Alman İmparatorluğu’dur. Çünkü Avusturya İmparatorluğu, ancak 19. yüzyıl başında, Napolyon’un Alman İmparatorluğu’nu dağıtması ve Avusturya’ya Avusturya İmparatorluğu unvanını kabul ettirmesi ile ortaya çıkmıştır. Biz Avusturya İmparatorluğu ile savaşmadık, bu çok ilginç bir gerçektir. Biz Avusturya İmparatorluğu ile Birinci Dünya Savaşı’nda sadece müttefik olduk. O da pahalı bir ittifaktır. Çünkü askerlik bakımından pek başarılı bir savunma sistemi kuramadıklarından, bir kolordumuz Galiçya’da, Avusturya topraklarını Rusya’ya karşı savunmak zorunda kaldı.

Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri. William Henry Bartlett.

İspanya bir yanda, Almanya-Avusturya toprakları öbür yanda, Habsburglar Avrupa’nın hâkimi olarak görünüyorlar. Tek ciddi rakipleri Osmanlılar. Ve çok ciddi bir rakip. Bir kere sınırları zorluyor, onların kanunî miras hakkı olan Macaristan’ı kendi elinde tutuyor, daha da önemlisi Katolik devlete karşı ayaklanan Protestanları himaye ediyor, yani Alman İmparatorluğu içindeki Protestan Prenslikleri tutuyor. Protestanların hamisi Osmanlı İmparatorluğu oluyor. Tabii bu durumda Osmanlı’nın bir müttefiki vardır. Kim? Fransa. Fransa da Katolik olmasına rağmen, İspanya ve Almanya tarafından Katolik baskısı altına alındığı için ister istemez Türklerle ittifaka gidiyor.

Kanunî asrında ve onun haleflerinden, bilhassa III. Murad zamanında Osmanlı İmparatorluğu’na yanaşmak zorunda olan büyük bir devlet, doğmakta olan büyük bir devlet daha var. Hangi devlettir bu? İngiltere. İngiltere’nin kudretli kraliçesi, gerçekten kurucu kraliçesi I. Elizabeth, İspanya’ya karşı müttefikini bulmuştur. Böylelikle İngiltere ile de diplomatik ilişkiler kuruluyor.

Şimdi ortaya çıkan garipliğe bakın. Müttefiklerimiz veya bize yanaşanlar Fransa ve İngiltere; karşımızda ise Almanya ve İspanya Habsburgları. Ferdinand ve büyük kardeşi Şarlken [V. Karl] bir müddet sonra bu imparatorluğu bölüştüler, Şarlken İspanya kralı olarak Kral Carlos adını alarak İspanya ve sömürgelerinde, Ferdinand ise Avusturya ve civarındaki Alman imparatorluk tacı ülkelerinde kaldı. Bunlara karşılık bizim karşımızda biri daha var: Müslüman İran. Bu hep böyle gidecektir. II. Viyana Kuşatması yıllarında bile Osmanlı’nın müttefiki İsveç, Avrupa’nın müttefiki İran’dır.

Bir ülke daha var: Rusya. Henüz temastayız sadece, diplomatik temastayız, ciddi bir çatışmamız yok. Çatışma işlerine Kırım Hanlığı bakıyor. Moskova Rusyası’nda Korkunç İvan (IV. İvan) Kanunî Sultan Süleyman Han’ın çağdaşı ve Rusya’yı kasıp kavuruyor. Şiddetli bir yönetim tarzı var. Rusya’da gerçek anlamda feodal bir nizamı kuruyor. Angaryaya bağlı toprak serfliğini yerleştiriyor ve parçalanan Altınordu’nun Astrahan ve Kazan gibi parçalarını yutuyor. Sibir Hanlığı zaten Rusya’nın elindeydi, son parça Kırım Hanlığı olacaktı, orada muvaffak olamıyorlar ve Kırım Hanlığı çoktan Osmanlı idaresi altına girmiştir.

Süleymaniye Camii.

Kırım Hanlığı, Macaristan’dan kopan bugünkü Romanya’daki Erdel Beyliği, Eflak, Boğdan beylikleri ve Mısır, Osmanlı’nın vasalları, yani imtiyazlı beylikleridir. Fakat herhangi bir vilayet gibi olmayıp, ayrı yönetim sistemi kullanırlar. Hatta Eflak, Boğdan, Kırım ve Erdel dış ülkelere sefir yollayıp, sefir bile kabul ederler. Biliyorsunuz Macaristan’ın bu kesimi Macar kültürel bağımsızlığını, siyasî bağımsızlığını devam ettirmiştir ve Osmanlı vasalı Erdel Beyliği, eyalet değil imtiyazlı beylik olan Erdel Beyliği 200 sene kadar Macar bağımsızlığını ve kültürünü devam ettirmesiyle göze batacaktır.

Müttefikimiz Fransa Akdeniz’e açılmıştır; Avusturyalıların ve Almanların Akdeniz’e çıkması ise söz konusu değildir. Karşımızda İspanya var ve İspanya’yla çatışmamız bize bağlı olan Cezayir yüzündendir. Cezayir yani Mağrib Arabistanı veya Mağribî Kuzey Afrika dediğimiz bölge, Anadolu’da yetişen denizciler, yeniçeriler ve leventler tarafından idare ediliyor. Bunların başında Barbaros Hayrettin Paşa var ve o sayede Kuzey Afrika elimizde kalmıştır. Bu denizci kuvvet bir beylerbeyiliktir, imtiyazlı bir beylerbeyiliktir, İspanya’ya kafa tutmakta, hatta onu püskürtmektedir. Dolayısıyla Kuzey Afrika İspanya’nın eline düşmekten kurtulmuştur.

Bu denge çok ilginçtir ve Kanunî Sultan Süleyman asrında kurulan bu sınırlar, yani Tuna mansabından Fırat’a, Ukrayna ovalarından Kuzey Afrika’ya ve Habeş Beyliği dediğimiz, bugünkü Habeşistan’dan çok Somali’yi içeren kesimle Osmanlı İmparatorluğu aslında iki asır, yani ta 17. asır sonlarına kadar devam edecek bir Akdeniz, Balkan ve Doğu Avrupa dengesi kurmuş, üç kıtaya hükmetmiştir. Bu hiç şüphesiz ki bugünkü tarihi tayin eden bir dengedir ve günümüzün tarihini oradan başlayarak takip etmek zorundayız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder