1 Eylül 2017 Cuma

Midhat Paşa ve Yönetimi

Hiç şüphesiz ki Osmanlı Tanzimat asrının en önemli simalarından biri Midhat Paşa’dır. Aslında Midhat Paşa’yı Tanzimat Dönemi’nin ikinci kuşağına dahil etmek gerekir. Yaşı itibariyle ve mevkii itibariyle birinci grubun önderleri, hepimizin bildiği gibi, Mustafa Reşid Paşa, Ali ve Fuad Paşa’dır. Cevdet Paşa ile Midhat Paşa daha genç kuşağı teşkil ederler.

Bizim tarihimizde Tanzimat Dönemi’nin en önemli vasfı, kendisinden evvelki ve sonraki dönemlere göre üstün tarafı, ne selefi ne halefi olan grup dediğimiz Tanzimat grubunun en büyük özelliği, fikir ayrılıklarını, tavır ayrılıklarını, sosyal köken ayrılıklarını bir kenara koyup bir arada iş çıkarabilen bir grup olmasıdır. Bunlar çok önemli devlet adamlarıdır.

Ve itiraf etmek gerekir ki bu tip seçkin, birbiriyle geçinebilen ve iş çıkarabilen kadro ondan sonra da bir daha gelmemiştir. İttihat ve Terakki’de de olmamıştır. Cumhuriyet Dönemi’nin en büyük problemlerinden biri ise, geçirdiğimiz uzun harpler dolayısıyla maalesef insan noksanlığıdır. Dâhi bir önder çoğu zaman projelerini gerçekleştirecek kadrolardan yoksun kalmıştır. Tanzimat asrının bu insanları hiç şüphesiz ki Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyılında başlayan 19. yüzyılda devam eden eğitim reformlarının geliştirdiği, ortaya koyduğu insanlardır. İçlerinde okumuş yazmış ailelerden gelenler olduğu gibi, fakir bir çarşı esnafından, kapıcıdan gelen Mehmed Emin Âli Paşa gibi büyük bir sadrazam, orta sınıf bir İstanbul ailesinden gelen Midhat Paşa ya da bugünkü Bulgaristan’ın Tuna boyunda, seçkin çiftlik sahibi bir aileden gelen Cevdet Paşa gibi isimler de vardır.

Midhat Paşa [Ahmed Şefik] 1822 yılında İstanbul’da doğdu. Tuna boyuna göç eden bir ulema ailesinden olduğu bilinmektedir. Genç yaşta kaleme intisap etti. Tanzimatçıların bir grubunun özelliği regular mektep tipli olması, mektep eğitimi görmekten çok Bâbıâli kaleminde yetişmeleridir. Kalemde çırak olduğu zaman Ahmed’i diğer Ahmedler’den ayırmak için kendisine Midhat dendi. Benzer bir şekilde, Ahmed Cevdet Paşa’ya da medreseye girdiği zaman diğer Ahmedler’den ayırmak için Cevdet adı ilave edilmişti. Genç Midhat Bâbıâli’de kendi kendisini yetiştirmiştir. Hiç şüphesiz ki Mehmed Emin Ali Paşa, Reşid Paşa gibi büyük ekolün yanında onlar daha ikinci sırada gelirler.


O grubun mensuplardan birisi de Ziya Paşa’dır. Midhat Paşa’nın farkı, Osmanlı vilayet idaresinde normalin üstünde bir başarı göstermesidir. Böyle bir vali çok az bulunur. Nitekim Midhat Paşa için, 19. yüzyılda sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, bütün Avrupa’nın en büyük valisi demekte hiçbir beis yoktur. Ve birçok kaynak da bunda hemfikirdir. Zaten şöhreti gövde yapmıştır.

O dönemde Avrupa’da ün yapan bir başka vali daha vardı. Bu da sonradan Osmanlı İmparatorluğu’na gelecek, çok kötü bir diplomat olan İgnatief’dir. General İgnatief Doğu Sibirya’da fevkalade bir valilik yapmış ve şöhret sağlamıştır. Midhat Paşa’nın da Bulgaristan, o zamanki adıyla, Tuna Vilayeti’ndeki başarılı valiliğinden sonra maalesef bizim devlet teşkilatımızda merkeze gelmesi, Şura-yı Devlet nazırı olarak tayin edilmesi onun makus talihinin başlangıcı olmuştur.

Midhat Paşa, nezarette ve sadarette vilayetlerdeki parıltısını gösteremedi. Şansı yardım etmedi. Buna aldığı yanlış kararlar, belki yanlış kombinasyonların içine girmesi de neden oldu. Bir zamanlar birlikte çalışıp başarılı işler çıkardığı çalışma arkadaşlarıyla karşı cephelerde yer aldı. Ahmed Cevdet Paşa ile olan ilişkisi böyledir. Osmanlı 19. yüzyılının ünlü vilayet reformlarını birlikte yapan, 1864 Vilayet Nizamnamesi’ni birlikte hazırlayan bu adamlar nihayet o duruma geldiler ki, Yıldız Mahkemesi’nde birisi yargılayan, öbürü yargılanan oldu. Ve Midhat Paşa’nın kaderi 1882 yılında bir zindanda noktalandı.

Hâlâ münakaşalı olan bu ölümde, Paşa’nın katledildiği görülüyor. Vakıa, verilen idam cezası II. Abdülhamid tarafından müebbede, sürgüne çevrilmişti. Bu müebbet cezayı tenkit edenlerin başında da ünlü Gazi Osman Paşa gelmiştir. Hatta şöyle demiştir: “İdama hükmedilmesi ve bu hükmün de müebbede tebdil edilmemesi, Padişah’ın bile böyle bir hakkının olmaması gerekir.” Gerçekten de yakın tarihî müteârifeleri değiştirmekte bir hayli payı olan tarihçi Yılmaz Öztuna bu safhayı çok vurgulayarak kitaplarında ele alır.

Kimdir Midhat Paşa? Son asrın efsanesidir. Osmanlı coğrafyasına sayısız eserler bırakan ve imparatorluk hâkimiyetinin tarihî göstergelerinin bugüne kadar uzanmasını sağlayan bir büyük devlet adamı. 1864’te Vilayet Nizamnamesi çıkarıldığı zaman, yeni vilayet düzeninin pilot bölgesi olarak bugünkü Bulgaristan’ın kuzey kesimi seçildi. Burası aşağı yukarı Tırnova, Sofya, Rusçuk, Varna, Vidin gibi bölgeleri içermektedir. Tuna Vilayeti’nin merkezi bugünkü Rusçuk’tu. Tuna kıyısındaki bu şehir Tuna ticareti dolayısıyla öteden beri zenginleşen bir yerdi. Ama hiç şüphe yok ki Midhat Paşa’nın vilayeti sırasında fizikî görünümü bile üçe katlandı. Neo-Rönesans stilinde yapılmış muhteşem vilayet konağı adeta Rusya vilayetlerindeki vali konaklarına benzemektedir. Çünkü her ikisi de aynı mimari zevke göre yapılmıştı.

Bulgaristan’dan sonra Fırat’ta, ardından Şam’da birbiri peşi sıra yükselen Midhat Paşa Mektepleri parlak bir mimarînin örnekleridir. Tuna valiliği sırasında bu bölgede 3 bin km şose yol yapılmış, 1400’ü aşkın köprüyle Bulgaristan yani Tuna Vilayeti birbirine bağlanmıştır. 1853 Kırım Savaşı’ndan sonra Ruslar, gerek Kırım gerek Kafkasya’da yerli Türk halkı göçe zorlamaktaydılar. Göç eden perişan muhacir kitleler ancak Midhat Paşa’nın o bölgedeki valiliği sırasında yaptığı çalışmalar sayesinde rahat etmişlerdir.

Vilayetin Müslüman nüfusu üç misline katlanmıştır. Özellikle bugün Romanya’da kalan Mecidiye kazası, Rusçuk, Varna, Tırnova ve Vidin gibi yerlere yerleştirilen Rusya göçmenleriyle hem nüfus artmış hem de ziraî hayatta canlanma başlamıştır. Köylünün teşebbüs gücünü sağlamak için mal sandıklarını birleştirerek Ziraat Bankası’nı meydana getiren Midhat Paşa’dır. Ayrıca köylüyü aşırı borçlanmadan, tefecilerin elinde çektikleri zulümden kurtarmak için, Emniyet Sandığı’nı da oluşturmuştur. Bu anlamdaki kamu bankacılığının müteşebbisi ve öncüsü bizzat Midhat Paşa’dır.

Midhat Paşa bir şey daha yapmıştır. Rus ajanların ve Avusturya polisinin sivil polisi gibi Tuna Vilayeti’nde gizli siyasi polis teşkilatı kurmuştur. Bu anlamda imparatorluğumuzda gizli polis teşkilatını kuran da bizzat Midhat Paşa’dır. Ve hiç şüphesiz ki o bölgenin emniyeti bakımından çok mühim bir rol oynamıştır. Bunların yanısıra, kurduğu okullarla Bulgaristan’ın Müslüman halkı kadar Hıristiyanlarını bile maarifin ışığına açmıştır. Sıbyan mektebi dediğimiz ilkokullar ve rüşdiyeler Midhat Paşa maarifinin eseridir. Sadece okul açmakla da kalmaz Midhat Paşa. Bu topluma gazete de lazımdır.

Midhat Paşa 1865’te bir vilayet basımevi kurmuş ve gazete çıkartmaya başlamıştır. Bu matbaanın asıl önemli işi Tuna yahut Duna isimli Türkçe-Bulgarca vilayet gazetesini çıkartmak olmuştu. Tuna bizdeki ilk vilayet gazetesine örnektir. (Daha önce Mısır’da çıkan Vekay-i Mısriyye’yi bu anlamda ele alamayız.) Vakıâ daha evvel böyle bir gazetenin Sisam emareti dediğimiz özerk bir idaresi olan Samos Adası’nda da çıktığına dair evrak vardır. Fakat gazete henüz gün ışığına çıkmamıştır. Her halükârda Tuna bir örnek olmuştur ve Bulgar basın hayatındaki ilk Bulgarca gazete olmamasına rağmen çok önemli bir rol oynamıştır. Gazete haftada iki kez olmak üzere çıkmaya başlamıştır. 1877 Harbi’ne (93 Harbi) kadar aralıksız yayınlanmıştır. Ayrıca vilayet matbaasında Türk ve Bulgar nüfus için birçok kitap basılmıştır.

Midhat Paşa bu başarılı idareciliği Bağdat Vilayeti’nde de sürdürmüştür. Onun zamanında Bağdat, bugünkü Musul hariç Basra’yı da içerir hale gelmiştir ve Midhat Paşa bir operasyonla Kuveyt’i de aslında imparatorluğa bağlamıştır. Sadece kadı tayin etmekle kalmayıp es-Sabah ailesiyle anlaşarak Kuveyt’i kontrol altına almıştır. Rusçuk-Varna arasında yaptığı demiryolunun ve Tuna taşımacılığında Avusturya ile rekabet etmek için kurduğu nehir taşımacılığı şirketinin birer benzerini Bağdat’ta da kurmuştur. Fırat üzerindeki bu taşımacılığın bunun getirdiği kazanç, idarî ve askerî bakımdan sağladıkları tartışılmaya değecek önemdedir.

Bugün bu ülkelere gidenler 19. asırda yapılanlar sayesinde oralarda Osmanlı’nın mührünü görürler. Çok uzun yıllar memnun olmadıkları bir idare altında yaşamak zorunda kalan Bulgaristan’da yaşayan Türkler, sıkıntılı günlerinde, kültürel ve siyasî bunalım anlarında, Midhat Paşa’nın zamanını hatırlamışlar ve onların dilinde büyük valimizin zamanında yapılanlar bir düstur olmuştur. Okula gönderilmeyen çocuğa, “Vali Midhat Paşa devrinde böyle yaptık, kaybettik” veya okulda çalışmayan çocuğa “Midhat Paşa’nın zamanında da senin gibi haylazların yüzünden okullara gitmedik, okumadık” diye nasihatler çekilmiştir. Demek ki bu imparatorluğun yetiştirdiği en büyük idarî amirlerden biridir. Belki merkezdeki siyasî hayatında aynı başarıyı gösterememiş, başka türlü rüzgârlara kapılmış olabilir, ama devlet hayatında herkesin hakkını vermek gerekir.

Tabii ki Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyıl demek hem ziraatın geliştirilmesi hem de manüfaktür ve atölye teşviki demekti. Ziraat ekim yöntemleri çiftçi kredisiyle geliştiriliyor. Manüfaktür nasıl geliştirilecek? Köylerdeki dericilikle. Bu iş yeterli mi olur? Hayır. O yüzden faytonculuk ve arabacılık ziraî taşımaya yardım eder ve yapılan 3 bin km yolu kullanacak bir manüfaktürü geliştirmek gerekir. İşte kurulan araba fabrikası buna yardımcı olmuştur ve 1293 felaketi dediğimiz 77-78 Rus Harbi’nden sonra göç etmek zorunda kalan perişan kitleler Anadolu’ya yerleştikleri zaman geliştirdikleri ziraatin yanında bu zanaatları da doğurabilmişlerdir. Nitekim taşıma arabacılığının, hatta demiryolu (cerr) atölyelerinin bu muhacir kitlelerinin yeni vatanında inkişaf etmesini de buna bağlamak gerekir.

Midhat Paşa’nın sürgün edilişi.

Midhat Paşa sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, 19. asrın en büyük valisidir. Ne İngiltere ne Fransa, hiçbir ülke sömürgelerde de, kolonilerde de onun kadar iş yapan adil bir yönetici gösterebilir. O, imparatorluğu birbirine bağlayan yollarla coğrafî bütünlüğü sağlayan bir idareci olarak hayatımızdan geçmiştir. Bugünkü tarihyazıcıların bu konuyu önemle ele alması ve hakkını vermesi gerekir.

Midhat Paşa büyük bir anayasacı mıydı? Hayır. Onun anayasal romantizmini anayasa tarihçilerimizin önderi olan merhum hocamız Tarık Zafer Tunaya bizzat belirtir. Önerdiği layihayı gözden geçirmiş ve bu bir anayasa metni olamaz, demiştir. Orada bir ideal söz konusudur. Her şeyden evvel 1877 Rusya Savaşı gibi bir harbi önleyememiş, beynelmilel ilişkileri tayin edememiş bir kabinenin adamıdır. Avrupa’yı yanına alıp Rusya’ya karşı çıkabilen Tanzimat’ın büyük diplomatlarının, Mustafa Reşid Paşa, Mehmed Emin Âli Paşa gibi adamların yanında Midhat Paşa’ya diplomat demek, dünya siyasetini takip eden biri demek mümkün değildir. Ama şurası da bir gerçektir ki vatanperver namusu vardır. Taviz vermemiştir, harbe de taviz vermediği için girilmiştir. Zaten yeterince iktidar sahibi bir sadrazam değildir. Çünkü bürokrasinin hâkim olduğu bir dönemde bu mevkiye gelmiş değildi; askerî darbeden sonra sadrazam oldu. O bakımdan tarihî oluş içerisinde, merkezî hükümetteki Şura-yı Devlet nazırı ve sadrazam Midhat Paşa’yla Bağdat’ta, Şam’da, Tuna’da parlak valilikler yapan imparatorluğun ve tarihimizin büyük idarî amirini iki ayrı bahis olarak mütalaa etmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder