5 Eylül 2017 Salı

Gazi Osman Paşa ve Plevne Savunması

Gazi Osman Paşa Plevne’deki muhteşem savunmasıyla dünya askerî tarihinde yerini almıştır. Uzun yıllar seraskerlik (genelkurmay başkanlığı) ve padişah başyaverliği yaptıktan sonra asrın sonunda vefat etmiştir. Çocukları II.. Abdülhamid Han’ın çocuklarıyla evlendirilmiştir. Bu evliliklerden doğan çocuklar kısmen yurt dışında yaşamışlardır.

Benim çocukluğumda Gazi Osman Paşa’nın adını ünlü bir bulvara veya ana caddeye vermek kimsenin aklına gelmezdi. Mamafih, Rumeli Türklüğünün yaşattığı Osman Paşa türküsünü bazı okullarda öğrencilere öğretirlerdi. 28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul ve Ankara’daki öğrenci kitleleri bu türkünün bestesini kullanarak meydanlarda bir şarkı söyledi: “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?”

Dolayısıyla Gazi Osman Paşa, 27 Mayıs hareketinden sonra birdenbire gündeme geldi; Ankara’da milletvekillerinin oturduğu 14 Mayıs Evleri, İstanbul’da DP’yi en çok tutan semt Taşlıtarla’nın adı Gaziosmanpaşa’ya çevrildi. Tarihin bu cilvesi ile 1877 savaşının en iyi komutanının adı yaşatıldı. Şimdi ise 1877-78 savaşını Rus ve Türk tarihçileri bir arada tartışıyor, değerlendiriyor; bu bir ilerlemedir.

Gazi Osman Paşa mareşallik (müşirlik) rütbesine çok erken yaşta vasıl olmuştur. İtalyanların müzisyeni ve mugannisi ne kadar çoksa, Fransızların ne kadar çok yazarı varsa, bizim de o kadar çok mareşalimiz vardır. Ve bu mareşaller dünya çapındadır, tarihe geçmişlerdir. İmparatorluğumuzu kuran ilk dokuz padişahın hepsi askerî literatüre geçmiş büyük mareşallerdir. Fatih 22 yaşında büyük bir kuşatma savaşını kazanan mareşal olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman Avrupa tarihinin seyrini değiştiren Mohaç Meydan Muharebesi’ni çok az zayiatla gene çok genç yaşta, henüz 31 yaşında kazanan hükümdardır. Yavuz Sultan Selim Han tahta geç çıkmıştır. Ondan evvel yerel çapta bazı zaferleri vardır, fakat 8 yıllık saltanatında çok mühim zaferler kazanmıştır. Kazandığı zaferlerden birisi Ridaniye’dir ve hepinizin bildiği gibi hiç kimseyi feda etmeden koca orduyu çölden geçirmiştir. Kendisinden tam dört asır sonra Cemal Paşa o çölde evlad-ı vatanı telef etmiştir. Askerlerin çoğu kum gözlüğü takılmadığı için kör olmuş, ordu susuzluktan kırılmıştır. İngiliz siperlerine lüzumsuz hücum emri verilmiştir. Bu, askerlik sanatıyla ilgisi çok az olan bir aceminin komutan olmasından ileri gelmiştir, yoksa Türk ordusu o vasfını kaybetmiş demek değildir. Nitekim o savaşta da çok büyük genç komutanlar çıkmıştır. Bunlardan birisi hanedan azasından Fuad Efendi’dir. Kazandığı büyük zaferden sonra Harp Mecmuası’nın kapağına şehzadenin [Fuad Efendi] resmi konmuş, ama Enver Paşa tarafından kıskançlıktan çıkarttırılmıştır. Biliyorsunuz, Çanakkale Savaşları sırasında aynı şekilde Yarbay Mustafa Kemal Bey de haksızlığa uğramıştır. Mustafa Kemal o sırada albay olmuştu ve aynı şekilde Harp Mecmuası’nın kapağından resmi çıkarttırılmıştır.

Gazi Osman Paşa’nın İstanbul’a dönüşünde tezahüratla karşılanışı.

Filistin Savunması, Medine Savunması, Kafkasya Cephesi, Galiçya Cephesi sayısız başarılar gösteren zabitlerle doludur.

Gazi Osman Paşa cihangir bir milletin komutanlarından birisidir. Plevne Savaşı’nda yenildiğimiz ve başkente kadar ricat etmek zorunda kaldığımız halde görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Söylemekte yarar var, Türk orduları ricat etmeyi bilmezler, yani düzgün çekilme bizde bozgunla sonuçlanır. Bu eskiden beri âdetimizdir. Ricat etmeyi ilk defa İstiklal Savaşı’nda öğrendik. Ricat hareketi tarihte Roma ordularında çok başarıyla yerine getirilmiştir. Avrupa orduları da uzun zaman ricatı bilmezdi, ancak 18. asırdan sonra öğrenmişlerdir. Öğrenemediklerinin bir göstergesi Napoléon’un Moskova seferidir. İkinci Cihan Harbi’nde de aynı şekilde Alman orduları ricat etmeyi bilememişlerdir.


1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İstanbul’da bulunan Zeybek kampı.

Gazi Osman Paşa’nın savunmada kaldığı Plevne Savaşı’nın öyküsü Türkçeye “Tuna Nehri Akmam” diye çevrilmiştir. Zamanın çağdaş harp muhabirleri olan Archibald Forbes ve Mac Gahan adındaki iki savaş muhabiri tarafından kaleme alınmıştır. Burada bütün halkın, zabitanın kahramanca savunmasından bahsedilmektedir. Gerçekten sokak sokak göğüs göğüse çarpışılmıştır. Ordumuzun karşısındaki Rus ordularının sayıca kalabalık olduklarını, cengâverlik konusunda hiç de öyle yabana atılacak bir ordu sayılamayacağını da unutmamak gerekir. Her türlü meşakkate dayanmakta bizim askerlerden geri kalmazlar ve çarpışırlar hakikaten. Bizde ne kadar komutan şehit olmuşsa onlarda da olmuştur.

Osmanlı-Rus Savaşı iki cephede sürer: Tuna cephesi ve Şark’ta Kars-Erzurum cephesi. Her iki cephede de beş altı Rus generali düşmüştür. Gerçi Rus ordusunda ihtikâr ve hırsızlık daha fazladır. Askerin bakımı fevkalade kötüdür. Nitekim zafer kazandıkları halde Yeşilköy’e, o zamanki adıyla Ayastefanos’a geldiklerinde bulaşıcı hastalık, tifüs ve koleradan ordu kırılmaktadır. Bunda kötü beslenme şartlarının, cephane ve iaşenin yeterli olmamasının, konaklama şartlarının iyi hazırlanmamasının büyük rolü vardır. Ordumuzun piyade sınıfı muhteşem silahlarla donanmıştır. En son mavzerler kullanılmaktadır. Aynı donanımın Rus ordusunda bulunmadığı söylenir. Fakat buna karşılık topçu sınıfımız askerî donanım bakımından onlar kadar iyi değildir. Bununla birlikte topçularımız kabiliyetli ve bilgili subaylar olarak kendilerini göstermişlerdir. Reformdan sonra Osmanlı ordusunda Erkân-ı Harb, yani Kurmay Mektebi’nin, Avrupa orduları kadar büyük bir çabuklukla kurulmasından dolayıdır ki kuvvetli Erkân-ı Harp sınıfı ve zabitan yetişmiştir. Ve bunların ne kadar başarılı olduğunu Kırım Savaşı’nda, fakat bilhassa Osmanlı-Türk Rus Harbi’nde görmek mümkün olmaktadır. Rus komutanların arasında ise Alman asıllı General Todleben gibi parlak askerî mühendisler vardı. (“Tod” ölüm, “Leben” hayat demek. Ölüm-hayat diye bir soyadı var generalin.) General Todleben döşediği istihkâmlar ve yarattığı askerî teknolojik harikalarla savunma saflarımıza oldukça büyük zayiat verdirtmiştir. Osman Paşa’nın yaptığı yarma harekâtında da bunun büyük faydasını görmüştür Ruslar.

Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta, bazıları “Yahudi casuslar şu şu olayı Çara bildirdiler” diyor. Çar’ın kurduğu Yahudilerden müteşekkil bir casus grubu yoktur. Böyle bir şey yok. Ne var ki, Plevne’de yaşayan Doğu Avrupalı bir Yahudi ahlakının düşüklüğünden ve paraya düşkünlüğünden dolayı yarma harekâtı hakkında karşı tarafa bilgi vermiştir.

Dünyada iki cins ordu vardır: Biri, askerî disiplin ve ananeye, haysiyete şiddetle sahiptir. Bunlar centilmence, cengâverce, şövalye gibi savaşırlar. Muharebe ilerledikten hele teslim olunduktan sonra, yağma, ırza geçme, öldürme gibi vakalardan kaçınmaya gayret ederler. Bu zümreden olan Alman orduları maalesef İkinci Cihan Harbi’nde bu haysiyeti koruyamamış; katliam ve jenosit denen olaya karışmışlardır. Bizim ordumuzun tarihinde ise böyle bir vaka yoktur. Ermeni Sorunu konusunda da bunu lütfen zihnimizin bir yerine kaydedelim. İkinci tip ordular, milletin ve devletin askerî bürokratik ananesi olmadığı için yağmacı ve gaddar ordulardır; maalesef Balkan orduları böyledir. Balkan Savaşları boyunca Bulgar ordularının ve hassaten Yunan ordularının yaptıkları katliamın haddi hesabı yoktur. Selanik’e girdiklerinde, Müslüman mahallelerden önce kalabalık nüfusu meydana getiren Yahudi mahallelere saldırıp orada katliama girişmişlerdir. Çünkü amaçları etnik temizlik yapıp Selanik’i Hellenleştirmek yani Yunanlaştırmaktır. Bulgar orduları 93 savaşında ve Balkan Savaşı’nda maalesef askere yakışır bir haysiyet gösterememişlerdir. Edirne’yi işgal ettikleri vakit onurlu bir işgalci kuvvet rolünü oynayamamışlardır.

1293 yani 1877-78 savaşı bir imparatorluğun yıkılmasından çok, Rumeli’deki anavatan topraklarının erimeye başladığının ilk büyük tezahürüdür. Bundan sonra, Jöntürklerin basiretsiz politikalarının sebep olduğu Balkan Savaşı faciası yaşanmış, o savaşta bugünkü Türkiye’nin daha uzun yıllar tamir edemeyeceği gedikler açılmıştır. Vatanımızın en verimli, en eski kesimi elden çıkmıştır. Elden çıkan bazı Rumeli vilayetleri Doğu Anadolu’dakilerden daha uzun bir süredir Osmanlı vatanının parçasıydı ve Türklerle meskûndu. Bu unutulmaması gereken bir faciadır. Maalesef bunlar Türk çocuklara etraflı şekilde anlatılmamaktadır. Kimse tarihçilerden yalan yazmasını, hamaset yapıp da uyduruk şeyler çıkarmasını istemez. Doğruları yazmaları, doğruları soğukkanlı biçimde anlatmaları yeterlidir. Tarihini doğru aktarmayan, yazmayan bir millet olmaz, bir millet düşününüz ki adeta ruh hastası bir adam gibi yakın tarihini hafızasından çıkartmaya çalışıyor. Hastalar kendine gelsin diye elektro şokla zihninden bazı vakaları silerler. Bunu toplum hayatında tatbik etmeniz mümkün değildir. Onun için Balkan Savaşlarını çok iyi bilmemiz ve anlatmamız gerekmektedir.

Gazi Osman Paşa, Midhat Paşa’nın valiliği sırasında Türkleştirmekte, İslamlaştırmakta büyük rolü oynadığı bir memleketi savunmuştur. Payitahtta iyi bir devlet adamı olamayan, başarılı bir sadrazamlık yapamayan Midhat Paşa, Tuna vilayetinde o ülkenin Rusya ve Kafkasya’dan Türk ve Müslümanlarla iskân edilmesini, oranın Türkleştirilmesini, coğrafyaya Osmanlı damgasının vurulmasını sağlamıştır. Bunu takdir etmek zorundayız ve Bulgaristan Türklüğünün ayakta kalabilmek için uzun zaman tutunduğu manevi desteklerden birinin büyük vali Midhat Paşa’nın hatırası olduğunu biliyoruz. Hiç şüphesiz ikinci destek de tabii ki o vatanı savunan, savunurken şehit olmasına ramak kalan Gazi Osman Paşa’dır. Bu iki isim Rumeli Türklerinin hafızasında Rumeli’yi fetheden büyük padişah ve kumandanlar kadar unutulmaz izler bırakmıştır. Gazi Osman Paşa merkezde Midhat Paşa’yı sevmemiş, işin aslı, monarşi denen müesseselerin askerî darbe ile yıpratılmasına karşı çıkmıştır. Bu çok önemli bir yaklaşımdır büyük bir asker söylemektedir, bunun üzerinde de durulması gerekir.

Gazi Osman Paşa yerli ve yabancı bütün komutanların saygısını kazanmış birisidir. Ve şunu da tebarüz ettireyim Sultan Abdülhamit dönemi boyunca biz Alman ittifakına girmiştik, fakat Gazi Osman Paşa’nın bu devin, sonra ki meşrutiyet döneminde ittihatçılara göre büyük bir farkı vardır. Gazi Osman Paşa ve karargahı Almanları sadece gösterişte kullanırlardı; dış dünyaya yani İngiltere ve Rusya’ya karşı “Almanya bizim müttefikimiz” demek için. Yoksa ordunun saflarının, silah mübayasının, Genelkurmay’daki planların, stratejik kararların dışında bırakılmıştır Alman askeri heyetler. Bunda Gazi Osman Paşa’nın çok büyük payı vardır.

Hatta Sultan Abdülhamit hatıratında diyor ki; “Bu Avrupa’da bilhassa Almanya’da tahsil gören genç subaylarımız böyle bir gurura kapılmışlar halbuki bunların hiç birisi bizim eski komutanların mesela Gazi Osman Paşa’nın ayarında değiller” diyor. Hakikaten yerli ve yabancı kim olursa olsun devlet hayatımızda bu insanların çok büyük rolü ve yeri olduğu açıktır. Bu hükmün üzerinde durmak icap eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder